Bilgi: Bu söyleşi 23 Kasım 2017’de yayımlanmıştır. Söyleşi: Alihan Poyraz – Remzi Ünal
Soru: Şiirinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Alper Gencer: Şiir tanımlamalarını ve tanımını çok sevmiyorum ben. Şiirin de zaten tanıma sığmayan bir tarafı olduğu içindir belki. Hangi şiire daha çok benziyor diye soracak olursanız yani biz modern şiir yazarken ikinci yeni ve sonrasına benzeyen şiir yazıyoruz aslında. Şiir neye benzediğinden çok ne söylediği bence önemlidir. Yeni şeyler söylemek, gerçi yeni bir şey de yok ya yüz yıllardır, bin yıllardır insan aynı hakikatın etrafında dönüp dolanıyor. Ama işte çağ değişiyor, enstrümanlar değişiyor, dil değişiyor. Biz de o dilin içerisinden eski bilgileri yeni dillerle, yeni ifade biçimleriyle aktarıyoruz gibi geliyor bana. Yani bir şeyi tanımladığınız zaman aslında onu öldürmüş oluyorsunuz bir bakıma. Şiir de tanımın peşinden koşturmaktan ziyade ifade edilemeyeni, kelimelerle anlatılamayanı ortaya koyan bir şey. Dilimizin ucuna kadar gelen fakat bir türlü söyleyemediğimiz şeyler aslında şiirdir diyebiliriz. Benim şiirim inşai bir şiir değildir çapaklı bir şiirdir ve çapakları da severim şiirimdeki. Tomris Uyar’ın Cemal Süreya için söylediği güzel bir cümle var; Cemal şiiri inşa ettiği zaman sinirlenirdi, bunu bu kadar kurmamalıyım, bu kadar inşai bir şey olmamalı diye söylenirdi. Onun için ben de şiirimdeki ahengi bozan birtakım sesler geldiğinde onu bırakırım orada.
Soru: Bir şair şiir yazmama eşiğine sizce ne zaman ulaşır? Sizin de ilerde “Herhalde artık şiir yazmam,” dediğiniz oluyor mu?
Alper Gencer: Bunlar iddialı sözler. Şiir insanı seçer insan şiiri seçmez. Şiir insana kendini yazdırtır insan şiiri yazmaz, ben bunlara inanıyorum. Şiir geldiği zaman kendini yazdırır ona biz karar veremeyiz. Genellikle olaylar bizim isteğimiz dışında gerçekleşir ve şiir de bunlardan bir tanesidir. Şiir bir zaman sonra seni terk edip gider fakat bir süre sonra geri gelebilir de. İnsan hayatında şiir yazmasam, bu düşüncelerden uzak kalsam diye düşünebilir
Soru: Hem şairlik hem de cerrahlık yapıyorsunuz. Bu durumun şiiriniz ile olan ilişkisi nasıl?
Alper Gencer: Bu konuda çok ciddi bir yanlış anlaşılma var ben bir cerrahtım, şimdi acil servis doktoruyum. Bilime olan inancımı kaybettim. O akademik çevre, hekimlerin arasında bulunduğum ortam benim kaldırabileceğim türden değildi. Zararın neresinden dönersek iyidir misali bıraktım. Pozitif bilimlere çok fazla inanmıyorum. Beyin cerrahisini bırakırken aklıma şöyle bir mısra gelmişti; iki kere iki dört ediyorsa bu bendeki beş kimin, diye bir mısra. Yani bilim dörtte ısrar eder ama sendeki beşi açıklayamaz.
Soru: Van, İstanbul, Edirne, İzmir, Bingöl gibi şehirlerde yaşadınız, bu şehirlerden hangisi sizin şiirinizde daha fazla iz bırakmıştır?
Alper Gencer: Evet yani şehirlerin gerçekten şiirlerle organik bir bağı var. Bütün şehirlerin kendilerine göre anıları vardır bende, birini diğerinden ayırt etmek güç ama çok uzun süredir İstanbul’dayım. Gidip gelmelerimin sonucunda yine bu şehirde buldum kendimi. Fakat İstanbul’dan da çıkma isteğindeyim. İstanbul eski İstanbul değil. Nostalji herkesin içinde yer etmiştir ben de eski İstanbul’u özlüyorum. Şimdi ise bir kaçış isteği var, eşimi de ikna ettim bu konuda. Can Baba’nın memleketi Datça’ya gitmek istiyorum.
Soru: Herkesin dilinde bir Nermin var, kim bu Nermin?
Alper Gencer: Nermin’i ne kadar merak ediyorlar ya… Herkes soruyor Nermin kim diye. Ben isterseniz size Nermin’in adresini vereyim (gülüşmeler). Nermin; zarif, ince kadın anlamına gelir kelime itibariyle. Mesela İsmet Özel “şiirimde sevgilim dediğim her şeyi Türkiye olarak anlayın,” der. Kadın da benim şiirim de dünya olarak algınsın istiyorum. Sevgililik veya özel birine değil de dünya ile yapmış olduğum dalaştır o.
Soru: 2005’te Yaşar Nabi Nayır ödülünü kazandınız, şiirle ilgilenenler için yapabileceğiniz öneriler var mıdır?
Alper Gencer: Ben ilkokuldan beri şiirle haşır neşirim. İlk şiirim ilkokul dörtte yayımlandı. Okuyorsunuz, yazıyorsunuz bunları yakınlarınıza söylüyorsunuz. Onlar da genellikle sizi çok sevdikleri için beğeniyor yazdıklarınızı. Üniversitede edebiyat hocama gittim sordum bu şiir yazanlar nerede diye. O da bana Varlık Dergisi’nden bahsetti. Gidip aldım. Sonra içine bakınca bunlar nasıl şiirler dedim, bana çok yabancı geldi. Böyle şiir mi olur! Modern şiire ilk tepkim buydu. Fakat sonra nedense bir şey içimde bu okumalarda ısrar etti. Şiir dağarcığı oluşturmak diye bir şey var. Bir şiir yazıyorsun, çok iyi diyorsun ama bir bakıyorsun daha evvel biri yazmış. Böyle bir duruma düşmek de var. O şiirleri sonra okuya okuya beğenmeye başladım. Beğendikçe diğerlerini de beğenmeye başlıyorum. Şiir okuma alışkanlığım değişti. Zamanla fark ettim, yazdığım şiirler okuduğum şiirlere benzemeye başladı. Sonra şiir hakkında yazılanları okuyunca şiirin tanımı da değişti bende. Şiir ahenkli, birilerinin ortaya koymuş olduğu bir şey değil, bir yaşama biçimi. Kendini aynada görme imkanı. Yazıyorsun, bakıyorsun, bunu ben mi yazdım demeye başladığın anda gerçekten şiir yazmış oluyorsun. Çünkü artık kalem senin düşündüklerini ifade eden bir şey değil, sana seni gösteren bir şey haline dönüşüyor.