“annem beni hep çok sevdi,
kız gördüm mü ağlıyorum”
bu, öznesi eksik sevgi.
koştuk ve arkamızdaki iz
koşmadı.
bu, öznesi yok edilemeyen
yani, senin bileceğin
uzaklaştıkça ad veren bize.
yıkılmış bahçeler taşımasın gözlerin.
armağanlarımız mıydı yırtıp attım
ve seni yaratmak için
nasıl da akıttım akabilecek tüm kanları!
yakınlaştıkça fısıldayan ılıklığın
kırmızı diz kapaklarına özeniyor şimdi
dudaklarım.
bunun sonucunda ne mi olacak?
gün dönecek, günler hep dönecek.
kentimizden kız gidecek,
kentimize kız gelmeyecek.
yok edilemeyen dil tutulması,
olanağı: elimdeki yanlışlama,
yedinci sınıf çocukları gibi uzadı saçların.
sokaklarda subay selamı duran
deli askerler yaşıyorum yaşlandığımda.
ben ikimize ölüm dikmişim
ve sana sevgilim diyebilmek için
yazıyorum bunları da.
yok edilemeyen öğle arası,
duvarın arkasında duruyor kız rabbim
ben duvarın altında.
hiçbir geceyi istemiyorum,
péra’yı gömdüm içindeki sarhoşlarla,
ötesinde gelen titrek sesin
hadi gidelim diyemiyor bana.
yok edilemeyen ne varsa
kuduzum da sanki
karnıma bıçak saplamakta.
senin kim olduğunu
ve nereden geldiğini
…
yok edilemeyen.
yani senin dilinin döneceği kadar
göreceksin beni götürdüğün mezarlıklarda.
elindeki makası ben tutuşturdum saçlarıma.